Üretimi arttırmak, ürünlerin maliyetini düşürmek için tekniği geliştirmeye büyük ağırlık veriyorlar, işçileri sömürmeyi de son noktasına kadar zorluyorlardı. Maliyeti düşürmenin sonucu fiyatlar düşüyor, rakiplerden hangisi daha düşük fiyatlı mal sürerse pazar onun eline geçiyordu. Kapitalist işletme dahilindeki sermaye, artı değer birikimi nedeniyle büyüyor, meta üretimi gittikçe çoğalıyordu. Böylece bir yandan sermaye, bir yandan üretim yoğunlaştı, yani büyüdü ve gittikçe az sayıda işletmenin elinde toplanmaya başladı, yani merkezileşti. Böylece, serbest rekabetçi kurallar içinde çekişen işletmelerin yerine kendi aralarında oluşturdukları birlikler yoluyla, serbest rekabeti ortadan kaldıran büyük tekeller oluştu. Serbest rekabetçi kapitalizmin yerini emperyalizm aldı. Tekellerin farklı örgütlenme biçimleri vardır, hepsinin yapısı özünde aynıdır. Kartel, tröst, konzern, anonim şirket en sık rastlanılan biçimleridir. Tekellerin birlikteliği olan holdingler de tekelin farklı bir örgütlenme biçimidir. Devletin giderek yalnızca tekeller çıkarına işlemesi, tekellerin devlet üzerinde oldukça etkili olması, devletle tekellerin bütünleşmesini sağladı. Tekelci burjuvazi, emperyalist devlet üzerinde oldukça etkin olduğu için artık yalnızca tekellerin çıkarına girişimde bulunur. Bu devlete tekelci kapitalist devlet, emperyalist devlet diyoruz. Bundan böyle devletin bütün işleri, tekellerin kararlarını garantileyecek doğrultudadır. Bu bir zorunluluktur.
Kapitalizmin emperyalist sürece geçmesi ilk küresel krizin sonucudur. Kriz sonucunda burjuvazinin merkezileşme ve yoğunlaşma süreci yaşandı. Küçük ve orta gelirli şirketler iflas etti. Bu noktada piyasa kontrolü ve devlet ekonomi politikaları, büyük şirketlerin tekeline girdi. Kapitalizm, emperyalist sürece geçerken ortakçılığa dayanan tröst ve kartellerle kendisini yapılandırdı. Bu süreçte banka burjuvazisi ve sanayi burjuvazisi arasında bir bağ oluştu. Büyük tekellerin devlet ihaleleri ve banka kredileriyle büyüdükleri bir sürece girildi. İlk krizle birlikte tekeller, ucuz ham madde ve yeni yatırım alanı arayışına girdiler. Bu arayışlar kapitalizmi küresel üretim biçimine dönüştürdü. Ekonomik olarak güçsüz ülkeler, jeopolitik savaş alanına dönüştü. Ham madde ticareti gelişince, ulaşım sorununu çözmek için büyük yatırımlar başladı. Kapitalist ülkelerdeki büyük tekeller arasındaki ham madde ve pazar arayışındaki rekabet, 1.Paylaşım savaşına neden oldu. Korumacılık ve kolonicilik politikaları rekabeti arttırdı. Bu rekabet sonucunda, silah ve savaş sanayine yatırımlar arttı. Kapitalizm bu krizden kurtulmak için köklü olarak yenilenerek emperyalist sürece geçti. Böylece kapitalizmin en yüksek süreci başladı. Emperyalizm, kapitalist ülkelerin saldırgan dış politikalarının değil kapitalizmin "eşitsiz bileşik gelişim yasasının" kaçınılmaz ürünüdür. Kapitalizmin tekelleşmeye doğru yönelmesi, ilk başlarda yalnızca belirli bölgeler arasındaki ticareti geliştirdi. Emperyalizm süreci ise, sanayileşmenin büyük boyutlara yükseldiği ve kapitalizmin dünya sistemine dönüştüğü süreçte ticareti de evrenselleştirdi. Önceki dönemlerin tek boyutlu ticari ilişkilerinin yerini, sermaye birikiminde atılımlar yapan tekelci güçlerin iç içe geçmiş ilişkileri aldı. Farklı ülkelere ait finans kapital grupları, diğer egemen ülkelere ait kolonilerin sınırlarını aşmak ve yeni pazarlara sızmak istiyordu. Finans kapital, önündeki engelleri tanımayarak, karlı gördüğü her işe girişmeye başladı. Artık, ekonomik olarak güçsüz bir ülkede yalnızca tek bir egemen yoktu ve kolonyalizm dönemine ait mutlak tekel durumu sarsılıyordu ve ulusal burjuvaziler güç kaybediyordu. Emperyalizm sürecinde, tüm yatırım alanlarında tek bir kapitalist ülkenin tekelini kurması, bir yandan tekeller arasındaki rekabet, diğer yandan finans kapital grupları arasındaki karmaşık ilişkiler nedeniyle mümkün değildi. Emperyalist ilişkiler ağıyla güçlenmeye başlayan kapitalist ülkeler, kendi aralarında avantajlarını zayıflatmaya yönelik ilişkilerde uzmanlaştılar. Örneğin her biri kolonisi üzerinde hak iddia ederken, rakip ülkenin kolonisinde "ulusal bağımsızlık mücadelesini" destekledi. Koloni ülkelerde ulusal mücadeleler işçi mücadelelerine dönüşmediği sürece, bu ataklar birbirleri için doğal karşılanıyordu. Çünkü koloniciler, koloni olmaktan çıkarak ulus devlet kuran ülkenin, sıra ekonominin yapılanmasına geldiğinde, yanlarına varacağına güvenirler.
Emperyalizmden önce bankalar, ödemeler konusunda aracılıktan başka bir işe karışmazdı. Fakat tekelci kapitalizm çağında, sanayi sermayesi artınca, bankalarda da değişiklik oldu. Gelişen sanayinin mali gereksinimlerine bankalar yanıt verdi. Bankada bulunan para şeklinde sermaye, sanayi sermayesi ile bütünleşti. Büyük bankalar, küçüklerini ya kendilerine bağladı ya da yok etti. Büyük sanayideki yatırım alanları, büyük paraları ve kredi olanakları nedeniyle yavaş yavaş bu büyük bankalar tarafından kontrol edilir duruma geldiler. Artık bankalar, banka tekeliydi. Artık tüm kapitalistlerin mali işleri banka tekelindeydi. Şubeleri aracılığıyla sermaye ve gelirleri merkezileştirdiler. Banka müdürleri, sanayiye el attıklarından, artık denetim işi de yapıyordu. Ve işte böylece finans kapital doğdu. Finans kapital, yani mali sermaye, banka sermayesiyle sanayi sermayesinin tekelci süreçte birleşimidir. Finans kapitalin ortaya çıkışı, serbest rekabetçi kapitalizmden emperyalizme geçişin en önemli göstergesidir. Emperyalist baskının işleyişinde borç mekanizması çok önemli yer tutar. Emperyalizm sürecinde güçlülük kolonicilikte değil, ulusal burjuvazinin başka bölgelere etki etmesinde aranır. Emperyalizm sürecinde yükselen kapitalizm, üretici güçlerin uluslararasılaşmasıyla ulusal devlet biçimlenmesi arasındaki çelişkiyi, finans kapitalin yayılmacılığıyla atlatmaya çalışır. Ulus devletlerin de sırtında kambur olan bankalarla büyük sanayi tekelleri arasındaki bu iç içelik, ortaya bir avuç para babası çıkardı. Ben bu para babası tekeline ise yerel (finans oligarşisinin hizmetinde) ve küresel olarak tümleşen "finans oligarşisi" diyorum.
Emperyalizmin öncesi kapitalizm döneminde olan kolonyalizm politikaları, bugün de hala emperyalizm olarak tanımlanmaktadır. Emperyalizmi sömürgeci yayılmacılığa indirgemek yanılgıdır. Kolonicilik bir devletin başka ulusları, devletleri, siyasal ve ekonomik olarak ele geçirip yerli halk üzerinde kültürel asimilasyon uygulaması ve kolonileştirdiği toprakların mutlak egemeni olması anlamına gelir. Kolonileştirme, bir ülkenin siyasal, hukuksal, ekonomik tüm var oluş haklarının yok edilmesine dayanmaktadır. Kolonici güçler, koloni kontrolü kaybedene kadar mutlak egemen olmaktaydı. Başka hiçbir güç o koloninin üzerinde söz hakkına sahip olmamaktaydı. Koloniciliğin temel dayanağı egemenliği altına alma üzerinden gelişmekteydi. Kapitalizm geliştikçe, tekelleşme süreci ilerledikçe bu egemenlik biçimi de baştan aşağıya boyut değiştirme sürecine girdi. Eskinin koloni imparatorlukları yerlerini tekellerin, kartellerin, finans kapitalin çoklu ilişkisi temelinde yerini emperyalizme bırakıyordu. Özet olarak, kolonyalizm siyasal bağımsızlıktan yoksun koloniciliğe dayanırken, emperyalizm ise güçlü finans kapital gruplarının küresel etki alanına dayanır. Emperyalizmi koloniciliğe indirgemek ona karşı mücadeleyi de milliyetçi bir temelde bağımsızlık mücadelesine indirgemeye karşılık gelir. Emperyalizm kapitalizmin dünya sistemine dönüşmesinin adıdır. Bunu bu şekilde kavrayamayıp yayılmacılık ve saldırgan bir dış politika olarak görmek, emperyalizme karşı küresel bir sınıf savaşı yerine küçük burjuva milliyetçisi bir eylemcilik oluşturur. Bunun yerine enternasyonalist bir yurtseverlik örgütlenebilir.
Artık kapitalizmin serbest rekabetçi zamanındaki tekellerin olmadığı süreçten söz edemeyiz. Finans oligarşisinin etkisindeki tekeller ekonomide söz sahibidir. Küçük sermaye sahibinin uluslar arası boyutta bir tekelle baş etmesi söz konusu değildir. Serbest rekabet değil, tekellerin egemenliği ve tekeller arası rekabet söz konusudur. Emperyalist kriz gelişirken, onun parçası olan güçler de kapsamlı bir vuruşmaya sürükleniyor. Emperyalizm, farklı devletlerin ilişkisinin, finans oligarşisinin etkisindeki tekellerin etkisiyle, dünya ekonomisinde ortaklığı olarak görülmediği sürece, parça-bütün ilişkisi ele alınmadan, saldırganlık ve savaş eğilimi çözümlenemeyecektir. Ayrıca emperyalist barbarlık, barbarlık noktasını aşmıştır. Milyarlarca işçinin yeryüzünün her yerinde (yaklaşık 4 milyarın üzerinde işçi olduğu, bu nüfusa ek olarak yaklaşık 2 milyar kayıt dışı işçi olduğu ve yaklaşık dünya nüfusunun %75’inin yoksul olduğu hesaplanıyor) temel ihtiyaçları için kölece çalıştığını hatırlamak yeterlidir. Buna modern kölelik demek, haksızlık olmaz. Emperyalizm kapitalizmin son evresidir ve bir toprak ya da fetih isteği değildir. Emperyalizm, birikim sürecinin bir sonucudur. Geriye çevrilemez!