Kapitalist özel mükiyet ilişkileri, üretim araçlarının gelişmişlik düzeyine rağmen barbarlığı egemen kılıyor. Özel mülkiyet ilişkileri, sömürü tarihinin en yüksek düzeyiyle insanı köleleştiriyor. Üretim araçlarının gelişmişlik düzeyi, insanın canlı emeğinin ürünü olan makinaların kullanımı, insanın köleleştirilmesine aracı oluyor. Üretim araçlarının özel mülkiyeti, ürünlerin sahibinin olması demektir. Bu meta üretiminin temelidir. İnsan gereksiniminden fazla ürün ürettiğinde, üretim araçları bu yönde geliştiğinde, hem de üretim araçlarını özel mülkiyete verdiğinde meta üretir. Meta üründen farklı olarak, pazar için üretilir. Burada karşı durulması gereken, insanın kendini tükettikçe mutlu hissettiği meta üretiminin kendisidir. Kapitalizm, meta üretiminin evrenselleşmesi, meta üretim ilişkilerinin tüm toplumu sarmasıdır. Kapitalizm, bu meta üretimini evrenselleştiren tek ekonomik sistemdir. Bu evrenselleşme, ücretli emek ile tamamlanmış bir döngüdür. Meta tüketme bağımlılığı, çağımızın birçok hastalığının toplumsal temeli durumuna gelmiştir. Bu bağımlılık her türlü insanlık değerini yıkarak egemenlik alanını genişletir.
Kapitalizm, merkantilizm ve fizyokrasinin etkisiyle kurumlaşmaya başladı ve klasik ekonomi politiğiyle şekillendi. Kapitalizmin en belirgin özelliği, zamanla olaylara ve değişmelere yönelik teorik yaklaşımlarla geliştirilmesidir. Kapitalizm, 16.yy'dan buraya değin meydana gelen ekonomik gelişmelere göre değişerek bugünkü görünümünü aldı. Serbest rekabetçi süreç, 18.yy'da feodal üretimin ortadan kalktığı, kapitalizmin üretici güçleri geliştirdiği, burjuvazinin ilerici barutunu tamamen tüketmiş olduğu 20.yy'ın başlarına kadar sürer. Bu dönemde burjuvazi henüz tekel değildir ve çeşitli üretim dallarında birçok şirket yarışmakta, rekabet etmektedir. Rekabetçi piyasada maliyeti düşürürsen ve üretimi arttırırsan, teknoloji ve organizasyonla birlikte başarılı olursun. Rekabet, güçlü olanın kazanması, herkesin yatırım yapması ve yarışa katılması ile gerçekleşir. İşte kapitalizmin vaat ettiği özgürlük budur. Burjuvazi bir yandan feodalizme karşı savaşır, bir yandan da onunla emekçilere karşı uzlaşırken, serbest rekabetçi kapitalizm temelinde "siyasal demokrasi" hayata geçer. Serbest rekabetçi kapitalizm siyasal demokrasiyi koşullamıştır.
Liberalizmle birlikte dünyada burjuva demokrasinin benimsenmeye başlaması ve serbest ticaret anlayışı merkantilizmin sonunu getirdi ve 19.yy başlarında yerini kapitalizme bıraktı. Ancak kapitalist süreç merkantilizmi tamamen yok etmedi. Çünkü bu dönemde de ihracata öncelik veren korumacı politikalar savunuldu. Değişen şey, köleliğin kaldırılmaya başlanması ile ticaretin daha serbest olmasıydı. 20.yy'da kendi ülkelerindeki yeni işleyimleri korumak, işsizliğin artmasını önlemek, ticaret açığını engellemek gibi amaçlarla devletler ithalatı zorlaştırdı. İhracat yapmaları zorlaşan devletler ise buna karşılık olarak küresel ticaretin %65 kadar düşmesine sebep oldu. Bu dünya krizi yaşattı. Bu krizde 1.Paylaşım savaşı ve 2.Paylaşım savaşının etkisini de göz ardı edemeyiz. 2.Paylaşım savaşının ardından devletler, aşırı korumacı politikaların olumsuz etkilerini anladılar. Dünya bankası, Birleşmiş Milletler, Dünya Ticaret Örgütü gibi organizasyonlar kurdular. Fakat özellikle Çin merkantilist anlayışı bırakmadı ve üretime hız vererek, ihracata yöneldi. Ülkeye döviz girdisini arttırdı ve dünyanın fabrikası haline geldi. Ayrıca Çin, kazancını halkına dağıtmak yerine yatırımlara harcadı ya da Amerikan tahvilleri aldı. Kapitalizm, 19.yy'ın ikinci yarısında tekellerle tanıştı. "Bırakınız yapsınlar" liberalizmi ekonomi politiği olarak süreçten ayrıldı. Toplumsal yaşamın biçimlenmesi, tekel kazancına bağlı duruma geldi. Fiyatları artık serbest piyasa koşulları değil, tekeller belirliyordu. Tekel karı, her türlü gelirin kaynağı oldu. Aracılık, komsyonculuk, tefecilik ve mali sermaye (finans kapital) belirleyici güç oldu. Burjuva demokrasisi ortadan kalktı.
Koloni sözcüğü, sömürge demektir. Merkez ülkeye bağlanmak üzere başka alanda yerleşilen yer demektir. Kolonyalizm ise, yeni topraklar ele geçirme, kolonici yayılmacılık anlamına gelir. Kapitalizm altında kolonicilik, 16.yy'dan 18.yy'a uzanan merkantilist süreçte, özellikle coğrafi keşiflerle ve denizaşırı toprakların fethiyle ortaya çıkar. Bu yayılmacılık, kolonileşen ülkenin ham madde kaynağına el konması, merkez ülkenin fazla nüfusunun yeni topraklara yerleştirilmesine dayanır. Özellikle geniş bir koloniciliğe dayanan İngiltere, kapitalizmin serbest rekabetçi sürecinde de (18.yy'ın ikinci yarısı ve 19.yy) bu avantajı sayesinde güçlü bir sermaye birikimi sağladı. Sanayi üretiminde atılım yaptı ve küresel ticarette üstünlüğü uzun süre elinde tuttu. Bu süre boyunca karşısında rakip görmedi. Dünya pazarındaki konumuna güvendi. Fakat 19.yy'ın son çeyreğinde konumunu yitirmeye başladı. Çünkü İngiltere örneğini izleyen diğer ülkeler, kendi koruyucu gümrük duvarlarını çektiler ve İngiltere ile rekabete giriştiler. Aralarındaki kapitalist yarışta mesafeyi kapatma amacıyla ülkeler atak yapınca, 19.yy'ın son çeyreğinde dünya yeni kolonilere tanık oldu. Kendilerini dünyanın mutlak egemeni olarak gören İngilizlerin duygu durumu değişti. Yeniden koloniciliğin yararları üzerine nutuk atmaya başladılar. Kolonici rekabet yükseldiğinde İngiliz devlet adamları, "fazla nüfusu yerleştirmek" ve "fabrikalar ve madenlerin ürünleri için yeni pazarlar kazanabilmek" amacıyla "yeni topraklar elde etmek" isteğini dile getirdiler. Hatta kimileri, "iç savaştan kaçınmak istiyorsanız, kolonyalist olmak zorundasınız" diyordu. Kolonicilik, ulusal sınırların ötesine yayılmayı gerektiriyordu. Kolonicilik, açık olarak ve siyasal olarak bağımlı kılmaya, boyun eğdirilen ülkenin siyasal ve hukuksal hakkının ortadan kaldırılmasına dayanıyordu. Kolonici ülke, koloni ülke üzerinde ekonomik, siyasal, hukuksal, askeri her türlü yararlanma hakkını eline geçirmiş oluyordu. Ve bu, kolonici ülkenin koloni ülke üzerinde kurduğu tekel hakkıydı. Kolonici ülke değiştirmediği sürece, koloni ülkede başka bir ülke de hak iddiasında bulunamazdı. Başka bir ülkenin ekonomisinin ya da siyasetinin üzerinde hak sahibi olmanın yolu, o ülkeyi koloni yapmaktan geçiyordu. Ancak kapitalizm geliştikçe egemenlik ilişkileri de değişime uğrayacaktı.