Öncelikle devrimcinin hümanist olduğunu belirtmekte yarar var. Hümanizm ne mi? Etik davranışların doğaüstü kavramlar yerine “insanı” temel alması gerektiğini savunan bir dünya görüşüdür. Dinciliğe karşı sekülerizmi, ayrımcılığa karşı hak ve özgürlükleri savunur. Hümanist “ne olursan ol yine gel” demez, “insan ol, insanlık vasfı taşı da gel” der. İnsanları inanç-gelenek gözlüğüyle değerlendirmek, aynı zamanda inanca-geleneğe göre bir yaşam dayatmasında bulunmaktır. Bu dayatma, dayatmayı yapanın insanlık vasfını ortadan kaldırır. İnançlı-gelenekçi olduğunuzu iddia ediyorsanız, kendinizden başka kimseyi inanç-gelenek denilen gözlükle zan altında bırakamazsınız; bu yalnızca insanlığa değil, yaşamın her alanına aykırıdır. “Ama benim inancım-geleneğim insanları ve yaşamın her alanını yargılıyor ve ‘yargıla’ diyor.” diyorsanız, inanç-gelenek dediğiniz şey sorun çıkarıyodur ve doğrudan bu inanç-gelenekte sorun vardır. İnanç-gelenek toplumsal yaşamdan çıkarılmalı ve bireyin kendi iç yaşamına ait olmalıdır. Kimse değer yargılarını inanç-gelenek denilen gözlükle şekillendirip, bu gözlüğü ötekine karşı kullanarak toplumun ve yaşamın herhangi bir alanının huzurunu bozamaz! Bu arada Einstein’in belirttiği gibi her şeye rağmen bilimin küresel olduğunu ve öyle de kalacağını vurgulayarak toplumsal yaşama biçim vermesi gerektiğini de vurgulamak gerekiyor. Manifestoda dediği gibi burjuvanın yitip gidecek diye karalar bağladığı kültür, büyük çoğunluk için “makineleşmek” üzere eğitilmekten başka bir şey değildir. Tekelci kapitalist devletleriniz, hangi ulustan olursanız olun siyasal milliyetçi hezeyanlarınız, inançlarınız, dinleriniz, diyanetleriniz, din ve inanç adına cemaatleriniz, tarikatlarınız ve tüm kurumlarınız terörü, terörizmi ve dolayısıyla kapitalizmi (sınıflı toplumu) besliyor. Uşaklığını yaptıklarınız, ortalama 50 yıl diğerlerinden daha rahat koşullarda yaşamak uğruna hepinizi, nesillerinizi zihnen ve bedenen sefil bırakıyor. Kapitalizm var olduğu sürece döngüsünden kurtulamayacağınız kriz denilen süreçlere mahkumsunuz. Peki neden bu durumu ortadan kaldırma cesareti göstermiyorsunuz? Bunun yerine neden sandık yoluyla daha az hırsızlık, haksızlık ve hukukusuzluğa razı oluyorsunuz? Bunu ben de yaşadım, bu sosyal-demokrat denilen burjuvazinin bileşenlerine her defasında güvenmenizden kaynaklanıyor. Hatta kimileriniz bu olumsuzlukların doğanın dengesi olduğunu düşünecek kadar kompleksliler. Bu acizliktir. Oysa referansınız bilimse, yönteminiz bilimselse “deneyiniz de bilimin kanunlarına göre” yapılır. İlkelerinizi koruduğunuz sürece dünyayı, yurdu, toplumu tahrip etmezsiniz, pratiğiniz yıkılsa da daha iyisini yapma olanağınız olur. Marksizm size kesin-kalıcı-gelişmekte olan bir zafer sunar.
İdealist şarlatanların toplumun aklıyla oynamak için düşünce ile maddeyi çelişki içerisinde sunamayacağı, her metanın çözümlenebileceği-arınabileceği, düşüncenin de madde olduğunun bilindiği bir çağa ulaştık. Oysa buna rağmen “teokratik devlet istemek” gibi vızıltılar duyabiliyoruz. Teokratik devlet yaşamın her alanıyla uyumsuz ve insanlık dışı olduğu kadar, çöreklendiği yurdu işgale açık duruma getiren devlettir. Kapitalizmin borçlandırması yoluyla sırasıyla bağımsızlığı, demokrasisi, burjuva demokrasisi, otokrasisi bile alınan inanç odaklı devlete teokratik devlet denir. Her şeyi akışına bırakışı ise yönetimsizliğindendir. Oysa her canlı inançsız doğar. Devletleriniz ise din yoluyla motive etmeye çalıştığı askerleri ne kadar borç içinde olursak olalım, her zaman savaşa para bularak cephelere yolluyor. Şarlatanlığın kaç taraflı işlediğini bulan varsa söylesin. Peki şarlatanlığın bekasını ne sağlıyor? Unutkanlık! Unutkanlık gericiğiliğin, gericilik ise köleci toplumda kökleri bulunan sınıflı toplumun varlık sebebidir. Unutmayın!
Son olarak devrimci risk alabilendir. “Tek yol devrim” diyenlerin kazanırsa kahraman, yasal yollarla kaybetse bile terörist-hain ilan edilme “klasik riski” yüksektir. Onlar için devrim, kurulması gereken bir idealin ötesindedir, şartları olgunlaşmıştır, pes etmezler. Ben riski göze aldım, sizin de almanızı umut ediyorum. Eylemimiz bu koşullarda asgari olarak şunun için olmalıdır: Toplam 9 saat çalışma sürecinde kişi başına 3’er saat dönüşümlü çalışma saati, her ihtiyacı paraya değil emeğe karşılık eksiksiz karşılayan toplum devleti, herkesin işinin ustası olduğu bu düzende işsizliğin sonu. Söyleyin bakalım bu durumda pazartesilerden nefret eden kalacak mı?